Doğum Tarihi: 28 Eylül 1990
Doğum Yeri: İstanbul
Boy: 1.79 m.
Kilo: 75 kilo
Burç: Terazi
Göz Rengi: Kahverengi
Instagram: emircubukcu1
Emir Çubukçu'nun oyuncu olma isteği, çocukluk yıllarına kadar uzanıyor. “Küçüklüğümden beri bunu istiyordum ama o günkü aklımla nedenini hatırlamıyorum. Tiyatro oyunu izlemeyi çok severdim, hatta heyecandan ellerim titrerdi. İlk izlediğim oyun; Küçük Kara Balık’ı saymazsak Ankara Devlet Tiyatrosu’nun Kuvayi Milliye’siydi. İstanbul’a gelmişlerdi. Nasıl bir kadroydu anlatamam; Deniz Gökçer, Engin Şenkan, Cevdet Arıcılar, Tijen Par… Tanrılar vardı sahnede yani.”
İtalyan Lisesi’nden mezun olduktan sonra, lisans eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Oyunculuk Bölümü’nde tamamladı. Üniversitede yer aldığı oyunların yanı sıra, Semiha Berksoy Opera Vakfı’nda asistanlık görevini yürüttü.
Televizyon macerasına 2012 yılında, ‘Karadayı’ dizisinde canlandırdığı ‘Osman’ karakteriyle adım attı.
‘Gülperi’ dizisinde canlandırdığı ‘Ali Taşkın’ karakteri ile dikkatleri üzerine çekti ve oyunculuk kariyerinde önemli bir çıkış yakaladı.
Bir oyuncunun canlandıracağı karakter için olmazsa olmazın öncelikle sağlıklı bir zihin ve beden olduğunu düşünüyor. “Bunlar en temelde bir oyuncunun olmazsa olmazıdır. Ki yaşadığımız coğrafyada elbette çok zor bu. Sağımızda solumuzda neler olduğunu hep beraber görüyoruz. Fakat aklımızı, ruhumuzu berrak tutmak için uğraşmak, bunun için de var olan sanatımıza sarılmak, okumak, düşünmek, hayata açık olmak, hayatı düşünmek, kendimizi düşünmek, kendimizi sorgulamak ve kendimize hep nefes alacak bir alan açmak çok önemli. Ancak bunu yaparak sağlıklı bir kafa ve ruha sahip olabiliriz. Kendimizi, etrafı fazla yargılamadan gerçeği, hakikati görmeye çalışarak yaşamak, aklımızın hep başımızda olması ve bizi taşıyan bedenimize de dikkatli ve özenli davranmak bu mesleği yapabilmek için olmazsa olmaz unsurlardır.”
Emir'in en büyük mutluluk kaynağı mesleği. “Küçük yaştan itibaren büyüyünce bir iş yapılması, bir şey olunması gerektiğiyle ilgili fikir kafama yerleştiği andan beri sanırım sahne üstünde olmak, oyuncu olmak, tiyatro yapmak istiyordum. Ailemin önemli bir etkisi var. Sanata düşkün bir ailem olduğu için sık sık oyunlara gidiyorduk. Önce çocuk oyunlarıyla başladı. Tabii ki ilk etki, herkesde olduğu gibi sahnenin büyüsü, sahnedeki insanların ışıklar altında büyümesi, kendi içlerini dökebiliyor olması, istediklerini yapabiliyor olmaları hissi ve onun sonundaki büyük alkış, övgü ve desteklenme hali beni etkiledi ama daha sonra yaşım ilerledikçe lise çağlarımda bunun başlı başına bir iş olduğunun ve eğitiminin alınması gerektiğinin farkına vardım. Daha sonra konservatuvar sınavlarına hazırlandım ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nı kazandım. Dört sene okudum. Şu geldiğim noktada da ‘İyi ki bu mesleği seçmişim’ diyebiliyorum.”
İlk sinema filmi, Biket İlhan’ın yönettiği 'Yarım Kalan Mucize' oldu.
Oyunculuk üzerine bugüne kadar edindiği en önemli öğreti; öğrenmeye devam etmenin yanı sıra iyi bir oyuncu olmak için öncelikle iyi bir insan ve samimi olmak gerektiği. “Bunlardan daha önemli bir şey düşünmüyorum açıkçası. Sıradan insanlar olduğumuzu fark etmek önemli, kendi deneyimimden bunu söyleyebilirim. Kahramanlar, Süpermenler, büyük insanlar değiliz. Bizler sıradan vatandaşlarız. Yaptığımız şey bir meslek, kahramanlık yapmıyoruz, sıradan vatandaşlar olarak sıradan vatandaşları canlandırıyoruz. Bunun bilincinde olmak sanırım oyuncu olmakta çok önemli diyebilirim.”
Oyunculuk veya yazarlık yapanların bir kısmının mesleklerini ‘şizofrenik’ sıfatıyla özdeşleştirmelerini anlamsız buluyor. “Oyunculuk bence hiç de öyle bir iş değil. Tamamen abartı bana göre. Nesi şizofrenik olabilir ki? Oyununu oynuyorsun ve ardından karavanda kahve içiyorsun. Bana göre yazma eylemi de şizofrenik bir durum değil. Bilemiyorum; sanki bu sıfatla yaptığımız işe bir kutsallık atfediyoruz ve bu bana çok yersiz geliyor. Ben kendi yazdığım öyküler için ‘şizofrenik bir hal’ gibi artistlik yapacaksam Yaşar Kemal, Bilge Karasu veya Sabahattin Ali ne yapsın? Evet, yazmak veya oynamak bir yetenek ve kıymetli de. Ancak buna ekstra bir sıfat yüklemeye gerek yok. İlla şizofrenik bir şey arıyorsak bence okurluk bu açıdan daha önde. Okurluk bana göre yazarlığın en üst seviyesi. Pek çok şeyi okurken sen yazıyorsun aslında. Kendini bambaşka karakterlerle özdeşleştiriyorsun orada.”
Konservatuvardan mezun olduktan hemen sonra 2013’de aynı okuldan arkadaşları Can Kulan ve Berkay Ateş ile birlikte Tiyatro D22’yi kurdu. “Oyunculukla ilgili tek hayalim şu; sağlıklı olduğum sürece tiyatro sahnesinde olmak istiyorum. Tiyatro yapmaya devam etmek, bu alanda mücadele etmeye devam etmek istiyorum gücüm, nefesim yettiğince. Bunun dışında süreçte bakacağım. Tabii ki oynamak istediğim roller var fakat en temeli sağlıklı olduğum sürece tiyatro yapabilmeye devam etmek.”
Bir proje teklifi geldiğinde ilk önce yönetmene bakıyor. “Benim için ilk sırada yönetmen gelir. Mesela ajansım, ‘Emir, seni istedikleri bir proje var. Sana senaryoyu gönderiyoruz’ dediklerinde daha onlar noktayı koymadan ‘Kimler oynuyor ve kim yönetiyor?’ diyorum. Diyelim ki çalışmayı tercih etmediğim bir yönetmen veya oyuncu var projede ama karakter muazzam. Muhtemelen çalışmam. Yapamam çünkü. İstediği kadar iyi olsun canlandıracağım karakteri iyi oynayamam. Bu arada bahsettiğim durum da oyunculuk anı değil. Setteki düzen, yaşayışı düşünerek bunu söylüyorum. Çünkü oradaki huzur benim için çok kıymetli. Sanatla bence belirgin bir şeye aracılık etmiyorum. Bir cephe olarak da görüyorum sanatı. Hayatı anlama, kendini ifade etme ve yaşamı kendi perspektifinden gösterme yolu. Farklı bir bakış açısı sunuyorsun ve bir tünel açıyorsun sanat sayesinde.”
Gelecekte, bir sahil kasabasında kitapları, dizileri ve filmleriyle yaşayabileceği bir hayat hayal ediyor. “Aynı zamanda istediğim zaman yurt dışına da gidebileceğim bir özgürlüğümün olması. Bu iki özgürlüğün elimde olmasını çok istiyorum. Yaşamaya devam edebilmek için sükunete ihtiyacı olan birisiyim. Bu özgürlüğümün olduğu bir hayat gelecekle ilgili en önemli hayalim, planım. Bunun için uğraşmaya devam ediyorum. Sevdiğim insanlarla, beraber olmaktan keyif aldığım arkadaşlarımla huzur içinde yaşamak, özgür bir yerde özgürce yaşamak istiyorum.”
İlk öykü kitabı ‘Günün O Belirsiz Vaktinde’yi 2017’de çıkardı. “Bir süredir yazmakta olduğum öyküleri derleyip bir dosya haline getirip yayın evine vermiştim. Onlar da yayınlanmaya değer gördüler. Yazmak hayatımın temel uğraşlarından biri olarak devam edecek. Bir roman denemem var, başladım. Yazdığım iki film senaryosu var. Ben temel uğraşını okurluk olarak tanımlayan biriyim hayatta. Bunun yanında da yazmaya devam ediyorum. Sağlıklı olduğum sürece tiyatro sahnesinde olmanın yanında kalem kağıt başında olmak da var.”
En çok etkilendiği film; Teströl Es Lelekröl (Beden ve Ruh). O’na göre tüm zamanların en iyi filmi ise; Ingmar Bergman’ın Persona’sı. İzlemekten keyif aldığı ve defalarca izlediği film ise; The White Ribbon (Beyaz Bant).
Bergen, Norveç.
Viyana.
Ne alakası var?
Dizi Adı | Rol | Yıllar | Bölüm Sayısı |
---|---|---|---|
Karadayı | Osman Güney | 2012–2015 | 115 |
Bana Sevmeyi Anlat | Burak Tugcu | 2016–2017 | 22 |
Rüya | Inan Ardali | 2017 | 10 |
Gülperi | Ali Taskin | 2018–2019 | 17 |
Zemheri | Faruk | 2020 | 10 |
Babil (The Choice) | Cihan | 2020 | 6 |
Yalancı | Ahmet Bilgen | 2021 | 8 |
Podacto Stüdyo | Kendisi/Oyuncu | 2021 | 1 |
Ateş Kuşları | Sabit Ateş | 2023–2024 | 54 |
Atatürk 1881-1919 (Dizi) | Salih Bozok | 2024 | 2 |
Film Adı | Rol | Yıl | Tür |
---|---|---|---|
Eksilmek | Mustafa | 2016 | Kısa Film |
Sizo Seyks | – | 2016 | Kısa Film |
Aşkımızın Son Tekmesi | Çetin | 2019 | Sinema Filmi |
Tebessüm | – | 2022 | Sinema Filmi |
Atatürk: 1881-1919 (Film) | Salih Bozok | 2023 | Sinema Filmi |
Ne Söylemek istersin ?
Bu içeriğe henüz bir yorum yapılmamış, Şimdi ilk yorumu sen yapmak ister misin ?